Her bir kadın katliamı, toplumun dokusunda onarılması zor yaralar açarken, benzer bir trajedi Filistin’de de bir yılı aşkın süredir devam ediyor. Orada ise kadınlar ve çocuklar savaşın, işgalin ve sistematik şiddetin kurbanı oluyor. Bu iki farklı coğrafyada yaşanan acılar, görünürde birbirinden ayrı gibi görünse de aslında ortak bir noktada buluşuyor: İnsanlık değerlerinin çöküşü ve şiddetin normalleşmesi.
Türkiye’de yaşanan kadın cinayetleri, patriyarkal sistemin derinleştirdiği toplumsal eşitsizliklerden kaynaklanırken, Filistin’de süregelen kadın ve çocuk katliamları da işgalin getirdiği zulmün bir yansımasıdır. Her iki durumda da şiddet, kadınların ve çocukların en savunmasız oldukları anlarda onlara yönelmekte ve adalet, güvenlik ve eşitlikten mahrum bırakılmaktadır.
Bu bağlamda, kadına yönelik şiddet ve savaş bölgelerinde yaşanan katliamlar aynı insanlık suçu zincirinin halkalarıdır. Şiddetin coğrafyası farklı olsa da temelinde, kadını değersizleştiren, zayıfı korumayan ve adaleti erteleyen bir dünya düzeni vardır. Kadın cinayetlerine karşı verilen tepki, sadece yerel bir sorunmuş gibi algılanmamalıdır; bu sorun, küresel bir insan hakları ihlalinin parçasıdır. Filistin’de süregelen katliamlar da aynı şekilde sadece bir ülkenin sorunu değil, tüm insanlığın vicdanını yaralayan bir meseledir.
Bu noktada yapılması gereken şey, kadınların hayatını savunmayı sadece belli sınırlarda bırakmamak, dünya genelinde kadın haklarının korunması için evrensel bir duruş sergilemektir. Kadınların yaşam hakkı, hangi coğrafyada olursa olsun, dokunulmazdır. Tıpkı savaş bölgelerinde olduğu gibi, bireysel cinayetler de birer insanlık suçu olarak değerlendirilmelidir. Şiddetin, işgalin ve baskının olduğu her yerde, kadınlar en ağır bedeli ödemektedir; dolayısıyla, bu tür trajedilere karşı durmak evrensel bir sorumluluktur.
Sonuç olarak, Türkiye’deki kadın cinayetleri ve Filistin’de süregelen kadın ve çocuk katliamları, aynı insanlık dramının farklı yüzleridir. İkisi de, şiddetin sadece bireylere değil, tüm insanlığa karşı işlenen bir suç olduğunu gösterir. Bu nedenle, şiddete karşı verilen mücadelenin evrensel bir dayanışma içinde olması, adaletin, insan haklarının ve eşitliğin her yerde savunulması gereklidir. Şiddetin herhangi bir biçimi kabul edilemez ve nerede olursa olsun aynı kararlılıkla karşı çıkılması gereken bir insanlık ayıbıdır.