Felaketlerin ardından sayılar konuşuruz. “76 can gitmiş…” deriz. Oysa bir sayı, bir insanın kaybını, o kaybın çevresinde yarattığı karanlığı ne kadar anlatabilir? Her rakamın ardında bir hayat, her hayatın ardında bir hikâye vardır. Ama biz bu hikâyelerin üstünü küllerle örter, tartışmalarımıza döneriz. Ateş yalnızca oteli değil, vicdanlarımızı da yakmıştır.
Soruların ağırlığı altında eziliriz: “Sorumlu belediye mi, bakanlık mı?” diye tartışırken asıl meseleden uzaklaşırız. Çünkü bu sorular, çoğu zaman çözüm arayışından değil, sorumluluk devretme telaşından doğar. Halbuki mesele, o an orada hangi kurumun hatalı olduğundan çok daha derin. Bir milletin, bir toplumun genel ahlakı, iş bilinci ve insana verdiği değerle ilgilidir.
Bir düşünelim: Binalarımız neden kurallara uygun yapılmaz? Denetim neden sadece kâğıt üstünde kalır? Neden bir faciadan sonra herkes parmağıyla bir başkasını gösterir? Çünkü bu soruların cevabı, kültürümüzün derinliklerinde saklıdır. Bizler, suçu başkalarına yükleyerek sorumluluğu üzerimizden atmayı alışkanlık hâline getirmişiz.
Diyelim ki bu dünyada hesabı soruldu. Suçlu ilan edilen birkaç kişi ceza aldı, bir iki dava görüldü. Ama vicdanlarda açılan yaralar nasıl kapanacak? O kaybedilen canların ardından ahirette nasıl hesap verilecek? Bu sorulara verecek cevabımız var mı? Yoksa, hep yaptığımız gibi, bu soruları da “kader” diyerek bir kenara mı iteceğiz?
Daha kötüsü, bu “kaderci” anlayış, sorumluluk duygumuzu köreltmiş durumda. Oysa ihmallerimiz ve sorumsuzluklarımız ise bizzat bizim eserimizdir. Biz, kaderi kendi elimizle çarpıtır, her felaketi kendimiz hazırlarız.
Eğer bir toplum, bireylerinden başlayarak sorumluluk bilincini kaybetmişse, orada ne yönetim sistemleri ne de kanunlar bir şey değiştirebilir. Çünkü her felaketin temelinde, bireysel ve toplumsal ahlakın çöküşü yatar. Denetim yapılmıyorsa, bu yalnızca denetleyenin suçu değildir; denetlenmesi gerekenin de o boşluğu bilerek kullanmasıdır.
Sonuç olarak, tartışmalarımızın seviyesini yükseltmek, sorumluluk almaya cesaret etmek zorundayız. Her facia, bize insana verdiğimiz değeri yeniden sorgulama fırsatı sunar. Ama bu sorgulama, yalnızca başkalarını suçlayarak değil, aynaya bakarak yapılır.
“Ahirette hesabı nasıl verilecek?” diye sormadan önce, “Bu dünyada sorumluluğumuzu nasıl yerine getireceğiz?” demeliyiz. Çünkü gerçek değişim, her birimizin sorumluluk bilinciyle hareket etmesiyle başlar.