Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna’ya ve ülkenin Mostar, Travnik gibi güzeller güzeli şehirlerine yaptığım gezideki tecrübelerimi sizlerle paylaşacağım. İstanbul’da Saraybosna’ya, oradan da Bosna’nın kalplere dokunan güzelliklerine değinen yazı serimin diğer bölümlerini de okumayı unutmayın!
Üçüncü gün “vezirler şehri” olarak bilinen ve Orta Bosna’da yer alan Travnik şehrine hareket ediyoruz. Yolumuzun üzerinde bulunan Umut tüneline de uğruyoruz. Umut tüneli, Saraybosna kuşatma altındayken havaalanından malzeme çıkarmak için yakınında bulunan bir evden havaalanına açılan 800 metre uzunluğunda bir tünel. Şu an sadece 25 metresi ziyaretçilere açık. Evin dışındaki mermi izleri hala duruyor. Umut tüneli ziyaretinden sonra arabamıza binip yolumuzun üzerinde bulunan Vrelo Bosne tabiat parkına doğru hareket ediyoruz.
Vrelo Bosne, Saraybosna merkezine yaklaşık yarım saatlik mesafede, muhteşem bir tabiat parkı. Giriş ücreti ise 1€. Günün her saati yürüyüş yapan, bisiklete binen insanlara rastlanıyor. Berrak, tertemiz ve yeşil akan derelerde kuğu ve ördekler var. Küçük küçük yedi parça gölden oluşuyor. Yağmurun altında göllerin üzerinde kurulan tahta köprülere çıkarak gölde yüzen ördekleri ve kuğuları izlemeye doyamıyoruz. İlkbahar ve Yaz aylarında buranın seyrine doyum olmadığını piknik yapanlarla dolup taştığını anlatıyor ziyarete gelenler. Müthiş fotoğraf çekebileceğiniz ender bulunan tabiat harikası bir yer Vrelo Bosne.
Rotamızı Visoko’ya çeviriyoruz. Bosna doğal piramitleri ile ünlü Visoka’da piramit içine yapılan tüneli ziyaret ediyor ve tekrar yola koyulup 16 Nisan 1993 tarihinde çok büyük acılara ev sahipliği yapmış Ahmiçi Köyü’ne uğruyoruz. Ahmiçi Köyü Cami’sinin avlusunda yapılmış olan şehitler anıtı ve yapılan katliamın fotoğraflarının bulunduğu sergi salonunu ziyaret ediyoruz. Burada en küçüğü 3 aylık ve en yaşlısı 86 yaşındayken öldürülen 116 kişi ve hikâyelerini okuyoruz.
Öğle namazını kılıp camiden çıktıktan sonra eşim Nurettin, caminin tam karşısında bulunan evin duvarlarını sıvayan birisine selam veriyor. Boşnak Müslümanlarından adının Selim olduğunu öğrendiğimiz kardeşimiz bizi evine davet ediyor. Eşi ve çocukları ile tanışıyor, muhabbet ediyoruz. Bizlere yöresel ballı çaylarından ikram ediyorlar. Sanki yıllardır birbirimizi tanıyormuşcasına kaynaşıyoruz. Tekrar Bosna’ya gelişimizde bizi evinde ağırlamak istediğini gönül dili ile anlatıyor, vedalaşarak ayrılıyor ve hedefimiz Travnik’e yola çıkıyoruz.
Saraybosna-Travnik yolu boyunca Karadeniz’i andıran yemyeşil dağların arasından ve Bosna nehri kıyısında sürekli değişen çok güzel manzaralar eşliğinde seyahat ediyoruz. Travnik, Osmanlı egemenliğinden ayrılalı 200 yıl olmasına rağmen adeta o zamanda donmuş kalmış gibi görünüyor. Avrupa’nın ortasında bir Bursa, Amasya ya da Kastamonu gibi Osmanlı medeniyeti kokuyor. Şehirde yer alan Göksu nehrinin kenarından yürüyerek ulaşılabilen kale, şehrin zirvesinde yer alıyor. Kalenin tarihçesinde Osmanlı döneminde sadece ince duvarların bulunduğu yapının Osmanlı tarafından yeni duvarlar ile çevrilerek ve içine farklı yapılar eklenerek güçlendirildiği bilgisi bulunuyor. İçerisinde Sultan II. Bayezid’in yaptırdığı bir minare bulunuyor. Bu minarenin bir benzerinin de İstanbul’da Ayasofya Camisi’nde yer alıyor olması dikkatimizden kaçmıyor. Osmanlı döneminde kale, İslamî motifler ile bezenmiş ve farklı mimari yapılar ile hem görsel olarak hem de yapısal olarak güçlendirilmiş.
Osmanlı şehri görünümünü muhafaza eden vezirler şehri Travnik’te Travnik çarşısı, Perişan Mustafa Paşa Çeşmesi, Alaca Cami ve Arastası’nın ardından burada şehit olmuş ilk Türk olan Selami Yurdan’ın kabri ve diğer vezirlerin türbelerini ziyaret ederek ruhlarına Fatihalar gönderiyoruz.
Selami Yurdan, Boşnak Müslümanlarla Sırplar arasında yaşanan savaşa kendi isteğiyle katılarak 22 Ağustos 1992’de şehadet şerbetini içmiş. Vasiyetinde buraya defnedilmek istediğini belirtmiş. Beyazıt’ta gıyabi cenaze namazının kılınmasının istediğini de vasiyetinde özellikle belirtmiş. Kabri başında fazlaca oyalanıyoruz. “Türkiye’den geldik sana selam getirdik ey şehit” diye sesleniyoruz.
“Perişan Mustafa Paşa” diye anılan paşa, bir rivayete göre zor ve sıkıntılı durumlarda rüyasında Peygamberimizi görür ve ferahlarmış. Peygamberimizi rüyada göremediği zamanlar ‘Perişan haldeyim dostlar’ demesinden dolayı o isimle anılır olmuş.
Akşam karanlığı Travnik üzerine çökerken yeşilin her türlü tonları ile bezenmiş yollardan şiddetini iyice arttıran yağmurla birlikte geri dönüyoruz.
Saraybosna gezimize, son gününde kahvaltımızı yaptıktan sonra uçak saatine kadar kısa bir şehir turuyla devam ediyor ve saat 16:00’da kalkacak olan uçağımız için otel sahibinin oğlu Cevdet Bey’le vedalaşarak havaalanına doğru yola çıkıyoruz .
Ardımızda kalan Bosna Hersek’e veda ederken dört günümüzü dolu dolu geçirdiğimiz halde Saraybosna’ya doyamadığımızı farkediyor, hüzün kokan havasını içimize çekerek ömrümüz olursa bir kez daha gelmek üzere Bosna’ya veda ediyoruz.