enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak

Atatürk’ün Siyonizm’e Karşı Sessiz Direnişi

09.10.2025
A+
A-

Cumhuriyet tarihinin erken yıllarını incelerken bir gerçeğin altını kalın çizgilerle çizmek gerekir: Mustafa Kemal Atatürk, geleceği net gören bir stratejistti. Bugün bazı çevrelerin sandığı gibi “Atatürk yaşasaydı İsrail’i desteklerdi” düşüncesi, hem tarihsel bağlamdan hem de Atatürk’ün diplomatik çizgisinden tamamen kopuktur. Gerçek tam tersidir.

Atatürk, 1934’te ekonomiye İsrail’in öncülerinin sızdığını ve büyük kısmını ele geçirmekte olduğunu, 15 sene içerisinde İsrail devletinin kurulmak istendiğini tespit etmiş ve buna karşı mücadele kararı almıştı.

1930’ların ortalarında Türkiye, Lozan Antlaşması’nın getirdiği ekonomik bağımsızlık hamlelerini uygulamaya koydu. Ancak 1934’te, dönemin istihbarat raporları ve ekonomik analizleri, Osmanlı’dan miras kalan bazı sermaye gruplarının özellikle Filistin’deki Siyonist yapılanmalarla bağlantılı Yahudi sermayesinin Türkiye ekonomisinde etkin olmaya başladığını gösteriyordu.

Atatürk bu durumu “bir ekonomik egemenlik riski” olarak gördü. Çünkü onun için bağımsızlık sadece askeri bir zafer değil, ekonomik egemenlikle anlam kazanan bir bütünlüktü. O dönem alınan ekonomik ve idari önlemler, yabancı finans çevrelerinin stratejik sektörlere nüfuz etmesini engellemeye yönelikti. Bu nedenle bir “ekonomik kalkınma planı” hazırlamıştı ancak kısmen uygulayabilse de tamamlamaya ömrü yetmedi.

Hatta şu bilgiyi de es geçmemek lazım: Atatürk’ün “kalkınma planı” sadece bir ekonomik model değil, tam bağımsız Türkiye idealinin omurgasıydı. Atatürk’e göre savaş kazanmak yeterli değildi. Asıl mücadele, ekonomik egemenliği sağlamakla devam edecekti.

Atatürk bu politikayı özetle şöyle tarif ediyordu: “Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa kalıcı olamazlar.”

Atatürk’ün kalkınma modeli 1930–1938 arasında fiilen uygulandı. Bugün Türkiye’de hâlâ çalışan bazı kurumlar (Sümerbank, Etibank, Şeker Fabrikaları, SEKA, Karabük, Paşabahçe Cam, Beykoz Deri) Atatürk’ün o planının yaşayan kalıntılarıdır. Köylü eğitildi, fabrika kuruldu, para istikrar kazandı, dış borç ödenmeye başlandı.

Ama onun öngördüğü “ağır sanayiye dayalı ikinci atılım”ı hayata geçirmeye ömrü yetmedi. Hatta bu ikinci atılıma 80 yıl boyunca asla izin verilmedi. Daha kötüsü, kalkınma planının ikinci aşaması meclise sunulduğunda, CHP grubu onaylamadı. Bunu ayrı bir yazıda detaylı açıklayacağım..

Gelelim yeniden Filistin ve Siyonist proje meselesine…. Atatürk’ün çizdiği rota nettir: Türkiye’deki Yahudi vatandaşlar, diğer tüm yurttaşlarla eşit haklara sahip olacak; kimse kökeni nedeniyle dışlanmayacak. Ancak bu, Filistin’deki Siyonist projelere destek verileceği anlamına gelmiyordu.

Nitekim 1930’ların Türkiye’si, Filistin’deki Yahudi göçünü sınırlama yönündeki Arap taleplerine karşı da dengeli bir politika izlemişti. Ne Arap milliyetçiliğine tam destek verilmişti ne de Britanya mandası altındaki Siyonist planlara. Ankara, bu konuda açıkça “bağımsızlık ilkesini” esas aldı.

Atatürk’ün dış politikasında esas olan, komşu halkların kendi kaderini tayin etme hakkı idi. Bu nedenle, ileride kurulacak bir “Yahudi devleti” fikrinin bölgeyi karıştıracağı öngörülmüş, Türkiye’nin buna mesafeli kalması gerektiği yönünde stratejik bir çizgi belirlenmişti.

Atatürk’ün son dönemlerinde gündeme gelen en önemli dış politika planlarından biri, Ortadoğu merkezli bölgesel bir ittifak kurmaktı. Türkiye, İran, Irak, Afganistan gibi bölge ülkelerini kapsayan bu stratejik hat, Batı’nın ve özellikle İngiltere’nin bölgedeki nüfuzuna karşı bir “doğu ittifakı” niteliğindeydi.

Bu planın uzun vadede, bölgede doğacak olası bir Siyonist devletin etkisini sınırlamak gibi bir amacı olduğu da düşünülür. Ne var ki, Atatürk’ün sağlık durumu bu stratejik vizyonu tamamlamaya yetmedi. 1938’deki ani ölümü, bu hattın inşasını yarıda bıraktı. Büyük ihtimalle zehirlendi…

Gerçek şu ki, Türkiye İsrail’i 1949 yılında yani Atatürk’ün ölümünden tam 11 yıl sonra tanıdı. Bu karar, çok partili dönemin dış politik yönelimleriyle, özellikle de ABD ekseninde şekillenen yeni dünya düzeniyle ilgilidir. Dolayısıyla, Atatürk’ün çizdiği dış politika çizgisiyle doğrudan bir bağı yoktur.

Tarihi yanlış okumak, bugünü yanlış anlamaktır. Atatürk, emperyalizme karşı verdiği mücadelenin hiçbir aşamasında “Batı’ya yaranmak” gibi bir kaygı taşımadı. Siyonist projelerin arkasındaki emperyal niyetleri fark etti ve Türkiye’nin geleceğini bu tür dış etkilere kapalı tutmak için mücadele etti.

Bugün bazı kesimlerin, “Atatürk yaşasaydı İsrail’i desteklerdi” gibi iddialar ortaya atması, tarihsel bağlamı çarpıtmanın ötesinde, Atatürk’ün bağımsızlık anlayışını da anlamamaktır.

O’nun dünyasında ne bir milletin başka bir millete hükmetmesi, ne de bir inancın diğerini sömürmesi meşru sayılırdı. Atatürk’ün gerçek mirası, bu duruşun adıdır.

Yazarın Diğer Yazıları