Türkiye’de sağlık sisteminde yaşanan skandallar bitmiyor. Bunlardan bazıları kamuoyuna yansıyor, bazıları yansımıyor. Bu skandallardan biri kamuoyunun gündemine bomba gibi düşen Yenidoğan Çetesi’yle ilgili yapılan suçlamalardı. Peki, gündeme gelmeyen Fenilketonüri, Tirozinomi veya Homosistünüri gibi genetik hastalıkları namı diğer “Kan Uyuşmazlığı” ile ilgili iddialar… Bu hastalığın tedavisi için verilen ilaçlar milyonlarca lira tutuyor. Bu ilaçlardan kar payı almak isteyen doktor, eczacı, ilaç mümessilleri ve hatta hasta yakınları bile amansız rekabet içerisinde, herkes bu reçetenin peşinde.
Bir süre önce Türkiye’nin gündeminde bomba etkisi oluşturacak bir haber düştü. Bazı hastanelerin ‘Yenidoğan Ünitesi’nde tedavi gören bebeklerin ölümüne neden olan Yenidoğan Çetesi’yle ilgili suçlamalar herkesi şoke etti. Ailelerden ve devletten fazla para alabilmek için bebeklerin ölümüne neden olan çete şimdilerde adalet önünde hesap veriyor. Bu, sağlık sektöründe yaşanan skandallardan bir tanesi. Sektörde, aslında gündeme gelmeyen birçok skandal yaşanıyor. Bunlar ya örtbas ediliyor ya da bir netice alınmayacağı kanaati oluşan vatandaşlar tarafından duyurulmuyor.
Gündeme gelmeyen ve birçok insanın ismini dahi duymadığı Fenilketonüri, Tirozinomi veya Homosistüinüri gibi hastalıklar var. Bu hastalıklar akraba evlilikleri sonucunda ortaya çıkan ve toplumda genellikle kan uyuşmazlığı diye bilinen hastalıklar… Hastalık, birkaç farklı sebebe bağlı olarak genellikle akraba evliliklerinden kaynaklanıyor.
Dr. İ. Y.’nin verdiği bilgiye göre Avrupa’da her 100 kişiden biri akraba evliliği yapıyor. Pakistan’da akraba evliliğinin oranı % 60 iken Suudi Arabistan’da bu oran % 65’e çıkıyor. Özellikle Müslüman ülkelerde akraba evliliğinin daha sık yapıldığı görülüyor.
TÜİK’in açıkladığı verilere göre, Türkiye’de her 100 kişiden 8,2’si, akrabasıyla evlendi. Türkiye’deki medeni durumu evli olan 40,2 milyon kişinin 3.282.054’ü akrabasıyla evli. 2023 yılında gerçekleşen evliliklerin ise %3,2’si, akrabalar arasında gerçekleşti. Çok ciddi riskler taşıyan bu evliliklerin ülkemizde görülme sıklığı ise % 30 düzeylerindedir. Hastalığın bilinen en yaygın tedavisi uzun süreli ilaç tedavisi. Hastalığa yakalananlar bazı ilaçları almak ve uzun yıllar kullanmak zorunda. İlaçların fiyatları ise dudak uçuklatıyor. Devlet bu hastaların ilaçları için ilaç firmalarına 1,5-2 milyon liraya varan paralar ödemek zorunda kalıyor.
BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ GİBİ
Devlet bu ilaçların alımında hastalara destek oluyor. Ancak ilacın yazımında, satımında ve alımında birçok oyun dönüyor. ‘Bermuda Şeytan Üçgeni’ni andıran oyun, ilaç firması, doktor ve eczaneler arasında gerçekleşiyor. Hasta tedavisi için ilacı almak zorunda kalıyor. Kar payı yüksek olduğu için ilaçlar herkesin iştahını kabartıyor.
Eczacı H.’nin süreç hakkında anlattıklarına aslında pek yabancı değiliz. Önce hasta belirleniyor ve doktor hastaya ilacını yazıyor. Buraya kadar her şey normal. Asıl olay bundan sonra başlıyor. Yazılan reçete çok pahalı ilaçlar içeriyor. Bir tanesi 1-2 milyon lira arasında değişiyor. Ve bu ilaçlar uzun süre kullanılmak zorunda. Bu tedavi sürecinde devlet bu ilaçlar için yıllık ortalama bir hastaya 10 milyon liraya yakın reçete parası ödüyor. Doktorlar, doktorların sekreteri, eczaneler… Hepsi bu reçetenin peşinde.
Doktorların sekreterleri, önce reçeteyi anlaşmış oldukları eczanelere atıyor. Daha sonra sekreterler hastaları “Bu ilaç her yerde yok, bunu bulamazsınız, şu eczanede var, biz görüştük, oradan alın” diyerek o eczanelere yönlendiriyor. Hastada eczaneye gidiyor ve ilacını alıyor. İlk başta parasal konular konuşulmuyor. Ancak eczane bir sonraki gelişinde hasta başka bir eczaneye gitmesin ve yine kendisinden ilacı alsın diye, hasta yakınına para teklif ediyor. Çünkü, hasta bu ilaçları en az 1 yıl kullanılmak zorunda. Yıllık ortalama dönen para ise 10 milyon lira civarında.
Yazılan ilaçları devlet karşılıyor. Eczaneler, hasta veya hasta yakının o ilaçları kendisinden almasını istiyor. Çünkü her ilacın inanılmaz kar payı var. İddialara göre eczaneler, milyonluk ilacı kendilerinden alan hastalara ciddi paralar teklif ediyor. 1 Milyonluk ilaç için 200-300 bin liraya varan para veriliyor. Bu durum bir noktada hastanın da işine geliyor. Hasta, hangi eczane daha fazla para verirse ilacı ondan alıyor.
Uzun yıllardır sektörün içinde bulunan ecza çalışanı A., yeterli önlem alınmayan soygunla ilgili şunları aktarıyor: “Sektörün içinde olan herkes bu durumu biliyor. Bazıları, hastalarla birlikte hareket ederek bu durumu istismar ediyor. Biraz daha para kazanabilmek için devleti dolandırıyorlar. Sert önlemlerin alınması gerekiyor. Cezalar çok caydırıcı olmalı. Hem hasta için hem sektör çalışanı için. Belki böylelikle bunun önüne geçilebilir.”
Elbette bu kıyasıya rekabet burada bitmiyor. Aynı hastalık için ilaç üreten ilaç firmalar da mümessiller aracılığı ile doktorlara “kendi ilaçlarını hastalara yazmaları” için cazip teklifler sunuyor.
KAN UYUŞMUYOR AMA ÇIKARLAR UYUŞUYOR
Hasta, ilaç firmaları, eczaneler, doktorlar herkes payını alabilmenin derdinde. Bu sebeple bu üçgende bulunan herkes, birbiriyle sıkı diyalog içerisinde bulunuyor. Sağlık sektörü ciddi denetimlerden geçmediğinden bu denetimlerin çoğu göstermelik oluyor. İlaç yazıldıktan sonra ise ciddi bir denetim yapılmıyor. Ortaya böyle kimsenin görmediği, kimsenin bilmediği üçlü bir “Milyonluk Reçete” çıkıyor.
KAN BOZUKLUĞU GİBİ YAPISAL BOZUKLUK
Yaşanan bütün bu skandallar, şoke eden iddialar bir gerçeği ortaya çıkarıyor. Bu durum hastalıktaki kan bozukluğu kadar, sağlık sistemindeki yapısal bozukluğu ortaya koyuyor. Bu bozukluğun en büyük sebeplerinden bir tanesi Sağlık Bakanlığının son yıllarda ortaya koyduğu kötü performans ve uygulamalar. Sağlık sektörüne dayatılan Performans Sistemi, hastaları adeta bir ticari metaya dönüştürüyor. Doktorlar ne kadar hasta ile ilgileniyorsa o kadar çok para kazanma derdine, ilaç sektörü daha fazla ilaç satabilmenin telaşesine, sistemdeki açıkları değerlendirmenin kurnazlığına düşüyor. Bu da ahlaki değerler noktasında sorunlu olan insanların sistemdeki açıklığı kendi lehlerine çevirmesine neden oluyor.
Yaşananlar ne ilk ne de son olacağı benziyor. Kan uyuşmazlığı gibi toplumdaki ahlaki uyuşmazlık, sistemdeki yapısal bozukluk, daha fazla para kazanabilme hırsı, kötü yönetim, kötü denetim yaşananları tetikleyen birçok unsurdan bazıları olarak görülüyor.
HABER: Dr. Ömer Terzi