enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
32,3670
EURO
34,9587
ALTIN
2.325,36
BIST
9.079,97
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
23°C
İstanbul
23°C
Az Bulutlu
Cumartesi Az Bulutlu
22°C
Pazar Az Bulutlu
22°C
Pazartesi Az Bulutlu
24°C
Salı Az Bulutlu
18°C

Travmalarını sanata dönüştür

2022’nin en iyi filmleri listelerinin vazgeçilmezi ve Oscar yarışının müstakbel galiplerinden “The Fabelmans/Fabelmanlar”, Steven Spielberg’ün hayatından izler taşırken travmaların nasıl büyük bir sinemacı yarattığını da gösteriyor.

Travmalarını sanata dönüştür
Ekip Türkiye
09.01.2023
A+
A-

Müjde Işıl – Meryl Streep yaklaşık altı sene önce Altın Küre’nin ödül töreninde “Star Wars”un Prenses Leia’sı Carrie Fisher’ı anmış ve kendisine söylediği şu sözü paylaşmıştı: “Kırık kalbini al ve onu sanata dönüştür!” Evet, nihayetinde hepimiz travmalarımızdan, kalp kırıklıklarımızdan ibaretiz. Çünkü onlarla başa çıkma çabamız, daha doğrusu başa çıkıp çıkamamamız yaşam yolculuğumuzun yönünü belirliyor. Travmalarını sanata dönüştürmeyi başarabilen sinemacıların başında Steven Spielberg geliyor. Küçükken anne-babasının boşanması, annesinin babasının en yakın arkadaşı ile evlenmesi, babasının bu durumu tevekkülle karşılayıp kenara çekilmesi ve bu yüzden küçük Steven’ın gözünde nefretlik bir mıymıntıya dönüşmesi, babasından uzak kalmasının verdiği yalnızlık, mensup olduğu dinden utanması… Sonrasını ise bütün dünya biliyor. Tüm bu travmalar bugünkü Spielberg’ü yaratmış yaralar. Yahudiliğinden utanmaktan vazgeçmesi “Schindler’in Listesi”ni, babasıyla barışması “Er Ryan’ı Kurtarmak”ı, baba yoksunluğu ise “E.T.” başta olmak üzere diğer başyapıtlarını ortaya çıkardı. 80’ine merdiven dayamışken kendi çocukluğuna bakmak ve yaralarından bir film daha çıkarmak da Spielberg’e yakışırdı.

Kariyerinin zirvesi

En baştan söyleyelim ki Steven Spielberg’ün “Yapay Zekâ”dan beri yani yaklaşık 20 sene sonra senaryo için yeniden eline kalem aldığı “The Fabelmans/Fabelmanlar” birebir yaşam öyküsü değil. Spielberg’in hayatından serbest bir uyarlama ama kırılma noktaları yaşanmışlıklara değiyor. Filmdeki karakterlerin çoğunun ismi değiştirilmiş. Örneğin kendisi Sammy ismini taşıyor. “Fabelmanlar”, Spileberg’ün yani Sammy’nin çocukken sinemayla tanışmasını sağlayan “The Greatest Show on Earth” filmini izleyişiyle başlıyor. Babasının kamerasıyla o filmdeki tren kazasını kendi kendine yeniden çekmeye çalışıyor ve adım adım hedeflerini büyütüyor.

İnsanın kendisiyle barışması, kim olduğunu kabullenmesi yıllar alabiliyor. Spielberg de gerçek hayatta yıllarca küs kaldığı babası Arnold’a adadığı “Fabelmanlar”da ruhundaki yükü hafifletme gücünü bulmuş ve bu yaşının olgunluğuyla maziye bakmış. Annesinin ve babasının seçimlerini yargılamadan, kucaklayıcı bakışı filmde o kadar ağır basıyor ki… Deli dolu bir kadın olan annesinin hayatını istediği şekilde yaşamak istemesini, ona âşık olan babasının sevgisinden dolayı ona hiç engel çıkarmamasını ancak bir yaşa gelince saygıyla karşılamış belli ki.

Filmin en vurucu noktalarından biri de ‘kontrol’ teması. Kendi hayatında bile yüzde yüz kontrol gücü olmadığını anlayan insanın bunu sanatta sağlayabilmesi başlı başına bir meydan okuma. Spielberg, isimleri ve bazı gerçekleri (örneğin filmde babasıyla hiç küs kalmıyor) değiştirerek filmde de olsa geçmişini kontrol edip yönlendirme (daha mizahi hâle getirme) çabasıyla sinemanın kişi üzerindeki etkisini ispatlıyor aslında. Onunla ilgili yapılmış en kapsamlı çalışma olan 2017 tarihli HBO belgeseli “Spielberg”de filmlerin kendisi için terapi olduğundan bahsediyor. “Fabelmanlar” da öyle… Sinemanın kitleler üzerindeki etkisini keşfetmesi, hangi sahnede seyircinin nasıl tepki vereceğini küçük yaşta anlayabilmesi bu terapinin büyük bir parçası. Hayatındaki dönüm noktalarında Sammy’nin hep film gösterimleri var “Fabelmanlar”da. O film yöneterek seyircinin duygularını kontrol ederken hayat ona başka sürprizlerle geliyor. Boris dayısından aldığı ‘çılgın’ tavsiyeler de zinciri tamamlıyor. Ve bütün bu basamaklar onu filmin muhteşem finaline, Spielberg’ü de kariyerinin zirvesine taşıyor.

Sinema aşkı

Sinemanın auteur’leri vardır, büyük ustaları vardır, kuralları ters yüz edenleri vardır; bir de sinemayı sevdirenler vardır. Çocukluğumuzda izlediğimiz filmleriyle sinemaya hayran kalmamızı, o çocuksu hissi büyüdüğümüzde bile aynı heyecanla kucaklamamızı sağlayanlar yani… Küçükken sinemada ya da televizyonda “Duel”i, “Jaws”ı, “E.T.”yi izleyenler için sinemayı sevdiren o kişilerden biri Steven Spielberg. Sinemayı ticarileştirmekle ve hatta ‘avam’laştırmakla suçlansa da… Sinemanın dâhi çocuğu olarak başladığı kariyerinde, farklı dil arayan yeni nesiller tarafından klasik anlatının bazen küçümsenen bazen son kullanım tarihi dolmuş muamelesi yapılan simgesi olsa da… Onun sayesinde sinemayla tanışan sinemacılar ve eleştirmenler var ki profesyonelleşmeyi Spielberg’ü küçümsemekte, basitleştirmekte görüyor. Her filmi başyapıt değil elbette ama izlenir izlenmez unutulan filmler çağında neredeyse her filminin ikonlaşmış karesiyle hatırlanan kaç yönetmen var? “Fabelmanlar” da iki sahnesiyle hafızlara kazınacak. İlki, Sammy’nin anne-babasının ayrılmasına neden olan olayı öğrendiği bölüm. Gerçeği yine değiştirdiği (aslında bunu kendisi keşfetmemişti) bu bölüm filmin en dramatik kısmı. Spielberg sinemayla kurduğu bireysel ve profesyonel ilişkiyi seyirciye gerçeğinden daha etkileyici bir kurmacayla anlatıyor; Johann Sebastian Bach’ın o muhteşem “Concerto in D Minor, BWV 974: II. Adagio”su eşliğinde… Bu da onun neden sinemayı şekillendirmiş yönetmenlerden olduğunu bir kez daha ispatlıyor. Filmin finali de efsane. Spielberg’ün hayatına yön veren tanışma ve aldığı tavsiye, bir de üstüne tilt yapan kamera buram buram sinema aşkı kokuyor.

Spielberg isimleri değiştirse de oyuncularının gerçek karakterlere benzemesine özen göstermiş. Michelle Williams annesine, Paul Dano babasına, Seth Rogen annesinin ikinci eşine ve Gabriel LaBelle de genç Spielberg’e o kadar benziyor ki… Williams, piyanist olarak profesyonelleşemese de sevdiği işi yapması için çocuğunu destekleyen özgür ruhlu annenin gelgitlerini tüm duygusallığıyla yansıtırken David Lynch ise John Ford’u canlandırmamış, o olmuş.

“Fabelmanlar”; “Duel”i, “Schindler’in Listesi”ni, “Er Ryan’ı Kurtarmak”ı, “E.T.”yi unutturacak kadar “en iyi” değil belki ama Spielberg’ün en kişisel filmi. Seyirciyi duygusal olarak nasıl yönlendirebildiğini açık açık onlarla paylaşırken kendi ailesine de tüm kusurları ve yaşattığı travmalara karşın olgunlukla, anlayışla bakıyor. Onun hayatına ve sinemasına hâkim iseniz bu iç dökmenin ve sinemayla hemhâl olmanın etkisi uzun süre devam edecek.

KAYNAK: Milliyet