Cumhuriyet’in kuruluşunun 100 yıl sonrasına denk gelen 14 Mayıs seçimi, Türkiye için tarihi bir öneme sahip olacak. Sonuçlar sadece Türkiye’yi değil Avrupa ve Ortadoğu’yu da etkileyeceğinden son aylarda uluslararası basının en önemli gündem maddelerinden birinin ülkemizdeki seçim olması Batı’daki korkunun boyutunu göstermektedir. Türkiye’nin NATO ittifakındaki rolü, Doğu Akdeniz’deki gerilimleri ele alış biçimi, Rusya-Ukrayna savaşındaki tutumu sebebiyle en çok Avrupa ve Orta Doğu basınının radarından çıkmıyor. Özellikle ABD, Türkiye’de yeni bir Erdoğan hükumeti görmek istemediğini medya diliyle net olarak ifade ediyor.
Dış basında ülkemizdekine benzer algı operasyonları artarak devam ediyor. En önemlisi de Kemal Kılıçdaroğlu’nun tüm anketlerde Erdoğan’ı açık ara solladığı iddiasıyla Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazanmasının garanti olduğu mesajı veriliyor. Akabinde Erdoğan’ın, devletin ve kurumların gücünü kullanarak Kılıçdaroğlu seçimi kazansa dahi bunu engellemenin bir yolunu bulacağına dair bir algı oluşturuluyor. İşin ilginç yanı anket sonuçları, anketi yapan şirketlere göre değişiklik göstermesine rağmen dış basın sadece Kılıçdaroğlu’nun öne çıktığı anket sonuçlarını baz almayı tercih ediyor; Türkiye’de yapılan tek anketler onlarmış ve sonuçlar kesinmiş gibi.. Madem anketler bu denli net sonuç veriyor, seçime ne gerek var?
Uluslararası basının ve benzer dilden konuşan Türk seçmenin, Türkiye’deki muhalefetin vaatlerine bu denli güvenmesinin sebebini ise çözemiyorum. Son 20 yılda verdiği her sözü tutan Erdoğan’a olan güveni tüm dünyada sarsmaya çalışırken muhalefetin hiçbir sözünde durmadıklarını ve elle tutulur faydalı bir proje üretmediklerini bilmelerine rağmen itibarsızlaştırma çabalarının asıl amacını görmemek için ipleri elinde tutan medya patronları kadar Türkiye düşmanı olmak gerektiğine inanıyorum.
Muhalefetin hukukun üstünlüğü ve medya özgürlüğü konusunda verdikleri vaatlere baktığımızda tek özgürlüğün kendi yandaşları ve hapiste olan terör örgütü mensuplarına yönelik işleyeceğini de görmekteyiz. Zira HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve güya insan hakları savunucusu Osman Kavala dışında özgürlüğüne kavuşturulması gereken bir masumdan söz ettiklerine rastlamadık. Gazeteci İsmail Saymaz’ın, Kayseri’de dağıtılan CHP broşürlerini Ak Parti provokasyonu olarak gösterdiği ancak provokasyon için basıldığını kabul etsek bile üzerinde yazan tüm sözlerin kimini olduğu gibi kimini ise farklı ifadelerle hem Kılıçdaroğlu hem de diğer 6’lı masa üyelerinin ağzından defalarca kez duymuş olmamız broşürleri yalanlamamızı engelliyor.
Medya özgürlükleri konusundaki vaatlere gelecek olursak daha iktidar olmadan kendileri ile ilgili yapılan eleştiren haberlere, iktidar yanlısı yayın yapan basın mensuplarına ve sosyal medya hesaplarına olan saldırgan tutumlarına bakılacak olursa bu vaatlerinin de boş olduğunu anlamak mümkündür. Yıllardır nefret dilini en çok sosyal medyada körükleyen muhalefet, medya özgürlüğünü nasıl sağlayacak çok merak ediyorum? Olacak olan ortada, kendi yandaşlarını özgürlüklerine kavuşturup kendilerine karşı çıkan herkesi engelleyip hapsedecekler. Özellikle Halk TV’deki yayınlarda defalarca bu mesajın verildiği programlara rastladık.
Risk analizi şirketi Teneo’nun kurucu ortağı Wolfango Piccoli, Türkiye’de kurulacak herhangi bir yeni hükümetin başa çıkması gereken ciddi oranda fazla iç sorunu olacağını ve birincil odak noktasının ülke içi olacağını belirtmiştir. Bu ifadeler ise uluslararası basında birçok farklı medya kuruluşu tarafından desteklenmiştir. Buradan çıkaracağımız sonuçlardan birisi de mitinglerde mesajını verdikleri üzere iç karışıklığın bizzat Erdoğan dışında kurulacak farklı bir hükumet tarafından çıkarılacağıdır.
Kısaca uluslararası basının ortak dili, 6’lı masa etrafında toplanan ve Erdoğan’dan kurutulma arzusu dışından hiçbir ortak yanı olmayan parti mensupları ile aynıdır. Türkiye aleyhine algı operasyonları yürüten ve buna ciddi mesai harcayan medya kuruluşlarının bulundukları ülkelere baktığımızda her birinin Türkiye üzerinde hak iddia eden ve vatanımızı boyunduruk altına almak isteyen ülkeler olduklarını görüyoruz. Tıpkı Erdoğan’ı devirmek dışında amacı ve sonrası hakkında hiçbir fikri olmayan muhalefet ve yanındakiler gibi bu ülkelerin de kendi aralarında anlaştıkları tek konu Erdoğan’ı devirmektir. Türkiye düşmanlarının bu arzusunu anlamak mümkün ancak bu ülkenin fertlerinin, milli gelişmeyi ve bağımsızlığı savunanların düşmanın dilinden konuşmasını ve aynı kayıkta yol almalarını hoş görmek de anlamak da mümkün değildir.